23 Aralık 2009 Çarşamba

Davet

Dağları seller alsın
Selleri yangın sarsın
Bozulsun bahçe bağ
Dalda üzüm sarhoş ben tarumar...
                           Sezen Aksu - Davet


Ne olacaksa olsun, diyor aslında, coşup taşalım, diyor. Kavga çıkacaksa da çıksın, atmayalım içimize... İsterse yansın bitsin her şey, alevlenelim... İsterse aramız bozulsun, diyor. Bunu da bağ bozumu benzetmesiyle anlatıyor. Besledik büyüttük ama bağ bozumunun vakti geldi, diyor. Bozumdan sonra da şarap oluyor daldaki üzümler, haliyle sarhoş oluyorlar. Her şeyin bitmesinin arifesinde alkole veriyorlar kendilerini. Olup biten olaylar kahramanımızı da yoruyor tabi bu arada, bitap düşürüyor, tarumar ediyor.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Yaşın Mı Var Derdin Var

Chihiro'nun "yirmibir?" adlı yazısına ithafen,

Tek haneli yaşlardayken, bir gün bir arkadaşımın futbolcu kartlarını kaybetmiştim. Dertlerin en büyüğüydü. Napcam şimdi ben, diye kara kara düşünüyordum. Uykularım kaçıyordu. Annemlere mi söyleyeyim, diyordum yeni kart alsınlar diye. Sonra kızmalarından korktum. Ne yapacağımı bilemiyordum. Evin her tarafını didik didik etmiştim ama kartlar yoktu. Çok çaresizdim. Kaçıp bir köye yerleşmeyi bile düşündüm. "Oğlum Turgay al pılını pırtını bir deniz kenarına yerleş." dedim kendi kendime. Dert yok, tasa yok, dedim orda, futbolcu kartı da yok, dedim. "Keşke birkaç hafta öncesine dönsem, hiç derdim yoktu o ara." dedim. Sonra balıklarıma çok yem verip öldürdüğüm gün geldi aklıma. "O zaman bir ay öncesine döneyim o ara çok iyiydi." dedim. 7 yaşındaydım, yazıyla yedi. Tüm dünyanın yükü omuzlarımdaydı.

We are just a moment in time
A blink of an eye
                          Anathema - Shrould Of False



               Kartları aradıktan sonraya dair bir foto

19 Ekim 2009 Pazartesi

İskemleden Teoriler: 3. An

Bir dönem insanlar "Anı yaşayın! Anı yaşayın!" diye yırtınıyorlardı. Ortaokul veya lisedeki hocalar, muhabbet biraz felsefeye kaysın hemen, anı yaşamak çok güzeldir, asıl o zaman yaşadığınızı anlarsınız gibi şeyler söylüyorlardı. O zamanlarda içi boş bir kalıptı benim için. Üzerinde düşünmemiştim bile. Çok sonraları geldi aklıma. Dedim nedir bu 'AN'.
Başlarda diyordum ki: heralde ceketi alıp gitmek, arkana bile bakmadan istediğin adımı atmak, bırakıyorum okulu diyip bırakmak, efendime söyleyeyim, gidip bir köye yerleşmek, olmadı geri gelmek türünde şeyler sanıyordum. Özetle, insanın, aklına ilk geleni yapması sanıyordum. Yani o an ne yapmak istiyorsa onu yapacak ve kafasındaki hayatı yaşayacak.
Sonra dedim ki önce 'anı yaşamamak' nasıl olabilir onu düşüneyim. Sonra asıl meseleye dönerim. Aklımda iki durum belirdi. İlki insanların geçmişe saplanıp yaşamaları; şimdiki yaşamlarını dışarıdan izlemeleri. Örneğin eski sevgilisini aklından çıkaramayan, sürekli olarak onunla geçirdiği günleri düşünen bir insanın şu anı yaşadığını söyleyemeyiz. Ya da ders dönemi geldiğinde yaz aylarını unutamayan bir insan da aslında hala geçtiği yazı yaşıyordur: şimdide değildir. Tabi bu durumlarda insanların mutluluk iksiri içmiş gibi "Şu anda da dünya güzel ki, acaip mutluyum, yaşasın ders dönemi" gibi şeyler demelerini de beklemeyiz.
Diğer bir durum ise insanların bir şeyleri hasretle beklemeleri. Yani sürekli olarak ileri bir tarihin hayaliyle yaşayan insanlar da anlarını yaşamıyorlardır. Zaman sadece 'geçiyor' onlar için (onların içinden). O dilim bi an önce gelsin diyorlar. Geçiştiriyorlar her şeyi. O zamana ait olmak istemiyorlar. "Yaz gelsin artık" diyorlar mesela. Ya da yaz gelmiş oluyor da "Kış gelsin de serinleyelim." diyorlar. Sürekli bir beklenti içindeler. yaşadıkları günün onlar için kıymeti yokmuş gibi yaşıyorlar. Değil an'ı hayatlarını bile yaşamıyorlar. Yazın sıcaktan bunalan onlar değilmişcesine şikayetçiler kıştan.
Bu iki durumdan sonra anı yaşayan insan hayatından memnun olan insanmış gibi geliyor. Ama bana öyle geliyor ki "an" duygusu hayatın geri kalanından ve gelecek kısmından bağımsız yaşanıyor. yani bir insana, hayat nası gidiyor, diye sorduğumuzda aldığımız cevap "iyi" ise o kişi anını yaşıyor demek olmuyor. Çünkü iyi demesinin sebebi eğer okulunun iyi gitmesi ve olası bi mezuniyet sonra çok para kazanmayı beklemesi ise bu kişi ikinci durumdaki insan durumuna düşüyor: Geleceği bekleyerek yaşıyor.
Bense...*

Dünya döner insan durur
İnsan döner dünya durur
                           Çamur - 76m


*Yazının geri kalanının tüm hakları saklıdır ve bana ait değildir.

Saygılarımla,

28 Eylül 2009 Pazartesi

İskemleden Teoriler: 2. Uyku

Uyumasak ne olur diye düşünüyordum bir dönem. ÖSS dönemi ve final dönemleri yoğunlaşıyordu merakım. Sonradan öğrendim ki 3 gün uyumayan kişi hayal görmeye başlıyormuş. Dedim, "O zaman bu uykuda bir iş var. Rüya görmesek bile hayal görüyoruz en azından." Hele ki insanın yorgunluğunu uyumadan da giderebileceğini yani sadece yorgunluğumuzu gidermek için uyumadığımızı öğrenince elim ayağım titredi. O zaman niye uyuyoruz, dedim.

Benimle aynı soruyu soran Amerikalı bilim adamları "Uyumama Deneyi" yapmışlar. Deneye katılan herkes 3-4 gün içerisinde halüsinasyon görmeye başlamış. Sonra da baygın düşüp uyumuş. Deneye katılan bir öğrenci de 11 gün uyumamayı başarmış. Fakat son günlerine doğru gerçek dünyayla bağlantısı kopunca uyutmuşlar. Sırf hayalmiş yani çocuğun gördükleri. Deliriyormuş. Başka bir dünyadaymış diyebiliriz.

Bu sonuç benim ilk kafa patlamtma dönemlerimde düşündüklerime yakın. Sanıyordum ki her rüyamızda farklı bir hayat yaşıyoruz. Yani uyurken de bir hayat yaşıyoruz o arada. Sonra o bitiyor, ölüyoruz ve bugüne uyanıp önceki hayattan birkaç sahne hatırlıyoruz. Zaten içinde bulunduğumuz hayatın bile nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Kapıyoruz gözümüzü, uyuyoruz. Gözümüzü açıyoruz her şey bitmiş de yeniden başlamış bile. Bunu gerçek dışı rüyalar için düşünüyordum. Hani "Hadi canım! Olur mu hiç öyle?!" diyerek uyandığımız rüyalar için. -Bir rüyamda dilenciydim mesela- Normal (olabilitesi yüksek) rüyalar için de düşüncem şuydu: Bir sürü paralel evren var. Bunların geçişini uykuyla yapıyoruz. Geçişten sonra aklımızda kalanlara da rüya diyoruz. Evrenler arası fark çok büyük olmasın diye de sık uyuyoruz. Yani referanslar tamamen kaybolmasın, rüyalar kabusa dönüşmesin diye sık uyuyoruz sanıyordum. Diyordum ki belki de dönüm noktalarında verdiğimiz kararların farklılığıyla değiştiriyoruzdur hayatlarımızı ama aynı kişi olarak doğduğumuz için çok farklı bir dünyada büyümüyoruzdur. Bu aslında bize saçma gelen rüyaları da açıklıyor. Yani, rüyamda şu kişilerle arkadaştım ya olacak iş mi, dediğimizde belki de dönüm noktalarının arkadaş çevresine olan etkisini atlıyoruzdur.

Burada kelebek etkisinin pasif etkisinden bahsediyorum. Sadece yeniden hayata gelinerek yapılan başlangıcı diyorum. Diyorum ki belki hep aynı yıl aynı gün doğuyorumdur. Her ölümümden sonra 30 Mayıs 1987'de tekrar doğuyorum. -Ben merkezcil bir dünya için konuşuyorum bu arada, annemle babamın tanışmama ihtimalini göz ardı ediyorum- Doğduktan sonra verdiğim kararlar da kişiliğimi, çevremi, yaşam koşullarımı, kısacası hayatımı değiştiriyor. Böylece bir sürü hayat yaşıyorum. Rüyamda da diğer hayatlardan sahneler görüyorum.

Hatta bir alt teori olarak da şunu sunabilirim: Daha önceki hayatlarındakilerle aynı kararları vermiş insanların deja-vu görme ihtimalleri artıyor. Aslında kişi, ben bu anı yaşamıştım, dediğinde belki de yalan söylemiyor. Deja-vu görmeyen insanların da dönüm noktalarında farklı yönlere saptıklarını söyleyebiliriz.

Bilemiyorum...

Uyuyalım yavaşca
Yarın cennet olacak
Karapaks


Saygılarımla,

5 Nisan 2009 Pazar

Boşa Mı Konuştuk?!

Bugüne kadar başkasında aradım sorunu hep. 'O ne lan öyle?'yle başlayan çemkirmelerim oldu bir sürü. 'Kafası kopsun'a varanlar da olmuştur hatta. Her zaman sadece bir doğru varmış da onu kabullenmeyen insanlar yanlışa düşermiş gibi geldi. Olayları çözümleyerek bulmaya çalıştım kimin haklı olduğunu. İkisinin de haklı olabileceğini düşünemedim. En azından kendilerince haklılardı. Bu bile yetmiyordu o kişiye 'haklı' dememe. Bir tartışmada bir haklı olmalı sanıyordum. Haksız olma ihtimalimi düşünmek bile istemiyordum.

Zaten bir yerden sonra kimse düşünmüyor. Olay birini bir şeye ikna etmekten çıkıyor. Taraflar karşıdakinin tezlerini çürütmeye çalışırken bir yandan da çürütülmesi zor yargı cümleleri arıyorlar. Konunun dışında kalıyorlar. Anlatmak istediklere şeylere yabancılaşıyorlar. Bu da tartışmayı geri dönülmez noktaya taşıyor. Çünkü insanın aklında "Bu neden böyle oluyor hakkaten?" sorusu yerine "Ne desem de susup kalsa?" sorusu olunca durup da "Sen haklısın" diyemez, demez de.

Acaba ben hangi soruyu soruyorum diye düşünüyorum bugünlerde. Galiba ikisini de sorduğum oluyor. Ama kesin cevabı bulana kadar girmeyeceğim tartışmalara. Hele ki "Ne desem de susup kalsa?" sorusu düşerse aklıma ağzımı açmam. "Ben bir düşüneyim bunu" derim ki öyle de demem gerekiyor galiba. Bilemiyorum.

Pusula bana döndü
Düştüm kendi içime
               Gulyabani - Kuyu

28 Mart 2009 Cumartesi

İskemleden Teoriler: 1. Ages Of Empires

Yine bir gün oturuyordum. Sonra odaya biri geldi. Yanımda oturan elemana "Eyc of atak mı?" dedi. O da, tamam dedi. Kalktılar başladılar oyuna. Ufak çaplı (sembolik ki göreceli bir kavramdır) bir imparatorluk kurdular. İnsanlara emirler verdiler. Okuttular, büyüttüler, evlendirdiler, savaşa gönderdiler, yetim bıraktılar. Birini çiftçi birini üniversite görevlisi yaptılar. Belki de çiftçi kendi özgür iradesiyle tarım sektörüne girdiğini sandı.Belki, aslında en başından seçme hakkı olduğunu fakat çiftçiliği seçtiğini sandı. Aslında tanrının -ki oyundaki tanrı fareyi tutan eleman oluyor- her şeyin sonucunu bildiğini fakat müdahele etmediğini inanmak istediler ki bu da günümüzde kader inancına tekabul ediyor. Ama fareyi tutan yurt öğrencisinden haberleri yoktu. Çocuğa göre çok kısa bir zamanda, belki de iki üç kere yeniden başladı dünya. Çocuk bilgisayarı kapattığında, üzerlerine bir ağırlık çöktüğünü ve uyuma isteklerinin geldiğini sandılar. Elektrik kesintisini güneş tutulması sandılar mesela. Oyunun sonunu da kıyamet sanıyorlardır kesin.

Popmundo adlı oyundaki Muhtar Viçin adlı karakterin benden haberi yoktur kesin. O, Kuğulu Park'a gidip oturmak istediğini ve kendi isteğiyle orada takıldığını sanıyor şu an. Halbuki ben 'Kuğulu Park'a tıkladım, sonra da 'Karakteri bu mekana götür'e tıkladım. Olay tamamen benim kontrolümde yani. O sanıyor ki bir dahaki aya albümü çıkacak. Oyundan üyeliğimi silsem, her ölüm erken der duyanlar.

Genel olarak bu oyunları çok hızlı oynadığımızı ve bir elin süresini çok aza indirdiğimizi düşündüğümde nefesim daralıyor. Oyundaki karakter de arkadaşına: "Hacı zaman çok hızlı geçiyo ya!" diyorsa hele, hepten kaçar tadım tuzum. Yani hayatları bir an sürüyor, bir tıklama süresi kadar sürüyor. Bu da 'şimdi' kelimesinin aslında tüm hayatımıza karşılık geldiği anlamına geliyor bence. Zaman -ki görelidir- aralığını yeterince geniş alırsak herkesin yaşama şansının sıfıra ineceğini gösteriyor*.

Dün de yok, yarın da yok
Sonsuz bir şimdi içinde
O an nefessiz kaldım
               Teoman - Kardelen




*Chuck Palahniuk - Fight Club

28 Şubat 2009 Cumartesi

Yıllık Kârı Etkilemeyecek Kadar Özgürüm

Düşünme eylemi bireysel bir eylemdir. Herkes kendi aklıyla düşünür ve bir başkasının ne düşündüğünü -karşısındaki düşüncesini ifade etmediği sürece- bilemez. Bilemediği için de müdahale edemez. Dolayısıyla insanlar istediklerini düşünmekte özgürdürler.
"Özgür düşünce"yle kastedilen ifade özgürlüğüdür aslında. Kişiler düşüncelerini ifade ettiklerinde dinleyiciyi de işin içine sokmuş olurlar ki dinleyici o düşüncenin taraftarı olmak istemeyebilir. Dahası, kendi çıkarlarına ters düşüyor da olabilir. Asıl sorun da tam burada baş gösteriyor. Çünkü günümüz düzeninde kimse gidişatın çıkarları aleyhinde olmasını istemez. "Sen istediğini düşün ama ben böyle düşünüyorum." demez. Aksine bundan sonra benim düşündüğüm gibi düşüneceksin, der. Belki, ifade özgürlüğü olan ülkelerde tavrını bu şekilde belli edemez ama elinden geleni yapar ki bu -Sokrates'e de yapıldığı gibi- öldürmek dahi olabilir. Açıkça görülüyor ki ifade özgürlüğü sadece laftadır.
Gelelim ifade edilmemiş düşünceye. İnsanlar, her ne kadar her şeyi düşünmekte özgür olsalar da, öyle kalıplarda büyütülüp besletilirler ki değil ifade etmek, o cümleyi düşünmeye bile korkarlar. Düşünmezlerse daha mutlu olacaklarını sanırlar. Sokrates'in dediği gibi ince kafalılardır ve o ince kafadaki tabuyu yıkmaya çalışmazlar.
Sonuç olarak, kimse kimsenin aklındakine karışamaz, dense bile asıl müdahele nesilden nesile aktarılan 'toplu bilinç'le daha insan doğmadan yapılmıştır. Sonrasında özgür bırakmak da pek bi işe yaramamıştır.