29 Ağustos 2008 Cuma

...

Şevkim kırılmak üzere galiba. Ruh halim yüzünden de öyle geliyor olabilir tabi. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Özellikle de beni sıkıntıya sokacak, canımı sıkacak ya da tedirgin edecek şeyler yapmak istemiyorum hiç.
Aklıma bir şey geldi, önce onu anlatayım. Bizim lisenin A Bloğundan çıkıyorduk. Serap vardı yanımda. Hoca yoktu galiba o ders, biz de bi yere gidiyorduk. "Call" diye bir şarkı vardı aklımda. Sonra Serap şey demişti: "Ya birinci sınıfta İngilizce ortalamayı çok etkiliyormuş. Haftada 6 saat.. Matematikten filan daha çok etkiliyor. Şimdiden temeli oturtmamız gerek." Resmen kan ter içinde kalmıştım. "Lan ne yapcaz yaa? Hiç çalışmıyoz" filan demiştim. Panik olmuştum. Birinci sınıf gelse ve İngilizcem 5 gelse hiç derdim kalmayacak gibiydi. Daha ne dertler var onun üstüne bu da geçse hiç derdim kalmayacak dediğim ve haftasına unuttuğum. Hatta ileride aklıma gelirlerse "Ne salakmışım; neleri takmışım" diyeceğim.
Bu açıdan bakınca aklına gelen herşeyi yapsan aslında sorun olmaz gibi geliyor. Yani gitsem birilerine bir şeyler söylesem, her ne kadar sıçmış olsam da ileride sorun olmayacak. Çok fazla üstüne gitmemek gerekiyor heralde. 'Öyle miydi, böyle mi olur' derken hiçbir şey yapamamak en kötüsü olur heralde.
Her olay için formül bulmaya çalışıp sonra da o formülleri uygulamaya çalışmak çok kötü geliyor artık. Duygudan ve samimiyetten uzak geliyor. Her şeyi mantıkla çözmeye çalışmak ve insan ilişkileri için strateji uygulamak gerçekten de samimiyetsizlikten başka bir şey değil.
Ama şimdi desem ki "Tamam ya strateji yok artık", bu yaptığım da strateji oluyor. Yani bu noktada ne yapmam gerek bilmiyorum. Çok fazla düşünmemek gerek heralde. Geldiği gibi yaşayacaksın. Bir kere stratejş olayına inanınca, kendini bırakman çok zor oluyor çünkü. Her sonucu 'Aa o, o yüzden böyle yapıyor'a bağlamamak zor oluyor artık. Ne yaparsan yap olmuyor.
Artık taktik yok, diyorum ama salamıyorum kendimi bir türlü. Çünkü biliyorum ki karşımdakine aklıma ilk geleni söylesem, karşılığında ömrümü yiyen, canımı sıkan, yüzümü astıran bir cevap alacağım. Çok çok önceden hazırlanmış bir 'yoo!' alacağım mesela ya da bir 'ne alakası var şimdi!' ya da bir 'ne yapabilirim!'. Biri sana 'napabilirim' dedikten sonra artık ne diyebilirsinki. Anca, içimden "Kütahya'ya git!" filan derim. Belki de "Ne yaparsan yap yaa!" derim. Dilinin ucunda 'yoo!'yu gördükten sonra cümlemi bitirmek istemiyorum. Deme işte 'yoo!' filan. Tamam güzel şeyler de söyleme ama canımı da sıkma. Kaç yaşına geldik. Ondan sonra insan bu tarz cevaplar almayacağı şekilde konuşmaya çalışıyor. Haliyle tartıyor ne diyeceğini. Sonra stratejiler, oyunlar, planlar birbirini takip ediyor. Samimiyet hak getire..

Acı bir tat kalıyor ağzımda
Bazen yutup, unutup
Bazen tükürüyorum
Teoman - En Güzel Hikayem
22.04.2008

15 Ağustos 2008 Cuma

Deniz, Eray, Ben

2001 yazı tam bir kargaşaydı hakkaten. Ama biz gayet sakindik. Yağmur yağınca herkes evlerine gitmişti. Bir tek biz sadıktık C bloğun dıştan merdivenine. Kapüşonlularımızı giyip dizilmiştik yanyana. Eray, Keremle bir buçuk saat boyunca yumruklaştığını, etrafta ayıracak kimse olmadığını anlatıyordu. "Çocuktuk ama o zaman" diyordu. Sekiz yaz önce diyordu bunu. Bir yandan da Deniz, okulun bahçesinde oynadıkları oyunları anlatıyordu. Voleybolları, dansa davetleri... Ayağımın altı otuzaltılar filan... Aralarda da "Ne küçüktük!" demeyi ihmal etmiyor. Sonra Eray giriyor araya, senin bi bakıcın vardı diyor, noldu ona? Ne bilsin kız bakıcısına ne olduğunu. Kaç yıl geçmiş aradan.
Beraber geçireceğimiz son günlerdi. Öyle zamanlarda hep önceki yazlar konuşulur. Halbuki benim ilk yazımdı. Haksızlıktı.
Eray'da kocaman bir walkman vardı. 'Şairin Elinde' çalıyordu. "Çok güzel şarkı abi!" diyordu. Dün müydü 2001 yazı, önceki gün mü? Biri açıklasın. Korkuyorum.

14 Ağustos 2008 Perşembe

Karacaali

Yazla eş anlamlı kelimem.. Ne güzel dediğimiz gibi; yaz biter Karacaali biterken(Biri kötü bir şey yapacağı zaman "Abi yapma bak yaz biter" diyorduk da). Daha şimdiden yaza 10 ay kaldı geyikleri başladı. Yaz bize bitti çünkü. Gün saymaktan helak olduk kışın. Al! Bitti işte. Neyseki bitmeyen şeyler kaldı geride Murathan Mungan'ın da dediği gibi. Bir de "gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir /"seni iyi gördüm" diyenler" demiyor mu, orda da ben bitiyorum işte.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Yaz Bitti

yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiçbir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya başlar yeni bir mevsime

orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri

yatıştırır rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
"seni iyi gördüm" diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki
köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin hüzünlü
yeni mevsime hazırlık ömrün teğel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsanız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiçbir şey hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi

Murathan Mungan

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Hariçten Gazel

Yabancı müzik ya da sözlerinden bir şey çıkaramadığımız yerli müzik hakkında "Abi sözlerinden bir şey anlıyor musun da dinliyorsun!" tarzı, sözlerin birbiriyle uyumunun -kafiyeden bahsetmiyorum, kelimelerin birbiriyle uyumu burda söz konusu olan- şarkıya katkısından ve müziğin sözlere yüklediği anlamdan nasibini almamış insanların yaptıkları yorumlara hiç girmeyeceğim. Çünkü gerek yok. Yapılabilecek çok bir şey de yok zaten.
Benim kafamı kurcalayan asıl konu sözlerini bildiğimiz, gerek ağlaya zırlaya gerekse bağıra çağıra dinlediğimiz şarkıların aslında ne demek istedikleri. Yani kafamızda kurduğumuz hikayeyle örtüşüyorlar mı, yoksa tamamen farklı bir şeyler mi yazıyoruz kafamızdan? Yoksa gayet sade bir olay anlatıyorlar da biz mi sembolize edip işi hepten karmaşık bir hale getiriyoruz? Ki bu üçüncü en çok korktuğum olay. Mesela şair gördüğü bir olayı aynen aktarmışsa ama ben bir sürü anlam yükleyip "Vay be! Ne yazmış adam!" dediysem, işin aslını öğrendiğimde şiire duyduğum sevgi değişmez çünkü kafamda kurduğumla kalır. Ama olan, şaire duyduğum saygıya olur. Hayatını kafa patlatmaya adadığını sandığım adam gördüğünü aynen yazmıştır. O da büyük bir iş, orası ayrı.
"Kıyamam Sana" bir anne-kız ilişkisini anlatıyor mesela. Ama açmaza giren kadın-erkek ilişkilerinde dinleniyor. Acaba şairin bundan haberi var mı? Yazarken hissettiklerini aynen yazıp "Herkes kendinden birşey bulur." mu demiş, yani kendi hislerini kendisine saklayıp şiirini genellemiş ve dinleyicinin yorumuna mı bırakmış? Ne yapmış cok merak ediyorum. Ne oluyor ne bitiyor, biri anlatsın bana.
Bir de gayet derin düşünerek yazan fakat anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılanlar var ki beni en çok bu üzüyor. Adam, kadınıın ağlamasına dayanamayıp bir şeyler söylüyor. Bizim denyo "kadın yok, ağlamak yok" benzeri bir slogan sanabiliyor bu güzelim teselli girişimini.
Ya şairler çıkıp tek tek aydınlatsın bizi; desin ki "birader burada 'böyleyken böyle' demek istedim."('birader' demeseler de olur) ya da tamamen yanlış anlayanları toplayıp bi odaya kapatalım, orada takılsın onlar. Ya da ne halleri varsa görsünler. Banane ya. Bana mı kaldı şiir piyasasının dertlerine derman olmak.

5 Ağustos 2008 Salı

hayat

hayat böyle, öncelerli soğuk geliyor ama insan hemen alışıyor.

Balans ve Manevra