30 Ekim 2010 Cumartesi

30 Temmuz 2010 Cuma

Az Pişmiş Rüya

Annemin mutfaktan seslenişine uyandım. Kalk hadi yumurtan soğuyacak diyordu. Tabii ki de uykunun en tatlı yerine denk gelmişti bu uyarı. Zar zor kalktım yatağımdan. Oturdum masaya.
Ben gittikten sonra annem yeniden uyurdu. Ama sırf sıkılmayayım diye o da otururdu masada. Bir şey de yemezdi üstelik. Okuldan, arkadaşlarımdan filan konuşurduk genelde. O gün de oturmuştu masaya. Etraf beklenmedik bir şekilde aydınlıktı. Kar yağmış gibiydi. Daha henüz birkaç dakika konuşmuşken bir şeyler değişmeye başladı. Ortamdan uzaklaşıyormuş hissine kapıldım. Sanki konuşmamızı mutfağın dışından dinliyordum. Derinden geliyordu sesler. Yavaş yavaş kısıldılar ve sonunda kayboldular.
Ama mutfaktaki 'ben' hala konuşuyormuş gibi görünüyordu. Dışarıdan izliyordum olayları. Birden bir ses duydum. Başta anlamadım ne dediğini. Sonradan belirginleşti. Kalk hadi yumurtan soğuyacak diyordu annem mutfaktan. Bense yatağımda yatıyordum hala. Rüyaydı herhalde dedim, kalktım yatağımdan. Yüzümü yıkadım ve masaya oturdum. Bu sefer daha annem tabağımı koymadan yine aynı ses geldi uzaktan. Hadi oğlum diyordu yine annem. O döngüden hiç kurtulamayacağımı düşündüm. Sonsuza kadar sürecek sanıyordum. Altıncı sefer de başaramadım hayatıma kaldığım yerden devam etmeyi. Yedincisinde kalktığım gibi odamın camından atladım. Düşerken de "Allahım lütfen gerçekten uyanmış olmayayım" diyordum. Daha yapacak bir sürü işim vardı, hayallerim vardı on yıl sonrasına dair, diyordum. Yere yaklaştığımda nefes alamaz olmuştum. Gözlerimi kapadım ve avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Gözümü açtığımda yatağımda oturuyordum. Annemle babam da yanımda panik içindeydiler. Kramp girmiş olan sağ bacağıma masaj yapıyorlardı. Ölmediğimi anlayınca rahatladım. O ara kramp da geçti. Ben de kalktım az pişmiş yumurtamı yedim.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Atom Bombası Rüyası

Lisedeydim. Kardeşim de ortaokuldaydı. Sınıf arkadaşlarından biri bize gelmişti. Bizim odadan Bursa'yı seyrediyorduk. Manzarayı seyrederken 4-5 km uzaktan süzülen bir atom bombası gördük. Biz durumu fark edene kadar yükselen alevler mantar şeklini almıştı ve yerin biraz yukarısından kırmızı bir dalga yayılıyordu. Hemen yatağıma uzanıp uykuya dalmam gerekiyordu. Ama sadece birkaç saniyem vardı. Yine de denedim. En azından ne olup ne bittiğini görmem diyerek kapadım gözlerimi. Hafta sonu yapmayı planladığım şeyler geldi aklıma. Olmadı dedim. Ömrüm sadece bir günmüş gibi geldi. Dedim ölümü hiç düşünemeden bitti her şey. Çok büyük kazık yemişim gibi hissettim. Bu arada 5-6 saniye geçmişti. Dalganın çoktan gelmiş olması gerekiyordu. Gözlerimi açtım korka korka, pencereden dışarı baktım. Her şey güllük gülistanlıktı. Güneş yeni doğmuştu*. Yüzümü yıkadım ve kahvaltıya oturdum.



*Şubat 2008'de yazdığım şiirin mimarı da o güneşti.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Okul Mevzuları

Gecenin 12'sinde elimde elektrik süpürgesi salonu süpürüyordum. İkinci dönem yoğun olduğu için pek temizlik yapamamıştık. Ama bu yoğunluğu pek aldırmamışım ki kalmamam gereken iki dersin birinden kalmıştım. Diğerini de yalvar yakar geçmiştim. Yaz okulunda bir tanesi açılacaktı ama bana vermeyeceklerdi dersi. Neymiş efendim, laboratuvarını açmayacaklarmış. Tadilat varmış falan. Yani göz göre göre okul bir sene daha uzayacaktı. Bir yandan da ev arkadaşlarımın başarı hikayelerini dinliyordum. Yok aldığım derslerin hepsinden geçtim yok kümülatif şöyle yok ortalama böyle diyorlardı ben içeri içeri ağlarken. Diğer yandan da telefonum hiç susmuyordu. Süpürgenin sesi olabildiğince geç saatlere kadar sürsün de komşular kavgaya gelsin diye tüm yanlış numaralar o geceye denk gelmeye çalışıyordu. Bir tanesi adımı tutturmuştu. Büyük ihtimalle yanlış numarayı almıştı artık numarayı kimden aldıysa. "Sen Tolga'nın abisi Turgay değil misin?" dedi. Evet dedim ve ilerleyen dakikalarda bir seyahat acentem olmadığına ikna etmeye çalıştım kendisini. Başka bir telefon görüşmesinde de teyze girizgahı kısa tutup özel ders vereceğim öğrencinin özelliklerini anlatmaya başladı. -Önceki telefon konuşmalarımdan birinde bir arkadaşım özel ders verip vermeyeceğimi sormuştu. Ben de, olur demiştim.- Dersin içeriğini filan anlattı. Tamam dedim gelsinler. Yalnız dedi, para sıkıntıları var yardımcı olursan sevinirim dedi. Aradaki telefon görüşmelerinde de gene bir arkadaş ama bu başka arkadaş, lafı karma felsefesine getirip "Oğlum oluyo lan hakkaten"le bitirmişti konuşmayı. Ben de hemen şimşekler çaktı tabi. Dedim bu verdiğim bu ders için para istemezsem kesin açarlar laboratuvarı. Nitekim almadım da para filan. Sonra yaz okulu kayıt günleri geldi çattı. Hocanın odasına gittim. Nasıl rahatım ama. "Hocam lab işi noldu?" dedim ağlamaklı. "Açmıyoruz, tadilata gircek" dedi. Allah dedim, bedavaya özel ders verdik. Ertesi gün de gittim yine yok dedi. O gece de başka bölümden arkadaşların mezuniyet balosu var. Sonraki gün kayıtların son günüydü. Ben de para filan vermeden birinin adını söyleyip koskoca mezuniyet balosuna yancı oldum. O efkarla gittim ve kelimenin tam anlamıyla yarın yokmuşcasına içtim. Haliyle de geç kalktım ertesi sabah. Üstelik başım da çatlıyordu. -O son baloya gitmeyecektim.- İnternetten, dersi son bir kez kontrol ettiğimde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Dersin labını açmışlardı ve kontenjan dolmuştu. Hemen toparlanıp çıktım evden. Dilekçe yazıp dersi alabilmeyi düşünüyordum. Yolda da annemleri arayıp harç parası istedim. Hocanın odasına gittim. Dilekçeye gerek yok bir bakalım durumuna, kaç dersin kalacakmış seneye dedi. 14 dersimin kaldığını görünce vermek istemediler dersi. Dedim o zaman bunun yanına bir ders daha alayım o zaman ders yüküm hafifler önümüzdeki sene. Tamam o zaman git dersi ekle gel bir bakalım dediler. Çıktım odadan. Yolda annemleri arayıp harç parası istedim. -Tarih tekerrürden ibaretti.- İlk yatırılan parayla seçmeli derslerden birini aldım. Hocanın yanına döndüm. Tamam dedi sana açabiliriz kontenjan, hatta buradan onayını da yaparız. Durun dedim daha bu dersin harcını yatırmadım. Ders kaydının bitmesine 1 saat filan vardı. Bankada sıra çoksa her şey mahvolacaktı. Nefes nefese -hayat unutursan vardır- bankaya vardığımda hiç sıra yoktu. Yatırdım parayı hemen. Bölüme döndüm ve kaydımı yaptırdım. Kesin bir rakam veremeyeceğim ama herhalde bir 3-4 yıl gitmişti ömrümden. "Ah Karma ah! Sen yok musun sen!" dedim 'sen'in 'e'sini uzatıp kafamı iki yana sallayarak.

Wake me up before I change again
                      Infected Mushroom - Becoming Insane

15 Haziran 2010 Salı

Mezuniyet

Ben de, çoğu mezun gibi, sonunda o soruyu kendime sormuştum: "'Four in Hand' mi 'Windsor' mu?"

14 Haziran 2010 Pazartesi

Merdiven

...
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
...
                                                     Ahmet Haşim

9 Haziran 2010 Çarşamba

İkinci Dönem

İkinci dönem bitiyor daha doyuncaya kadar bir kere bile ders çalışamadım. Tam oturuyorum dersin başına bir de bakıyorum sınav saati gelmiş.

23 Mayıs 2010 Pazar

7 Nisan 2010 Çarşamba

Özür (Futbol: Kitlelerin Afyonu)

Geçen hafta gittiğim Bursaspor - Antalyaspor maçı sonrası, maçı kazanmanın yarattığı coşkuyla, kendimi bilmez bir halde "Şampiyon! Şampiyon! Bursa Şampiyon! / Alkışlayın i*neler! Bursa Şampiyon!" diye bağırdım. İ*ne diye nitelendirdiğim tüm futbol severlerden özür diliyorum.

8 Ocak 2010 Cuma

Asoşeytıd Pires

Yatağımda uzanıyordum. Uyumama az bir zaman kaldığı için ve uyku bastırdıktan sonra kalkıp kapamak zor olur diye odamın ışığını yakmamıştım. Masa lambası yanıyordu kafamın yanında, dolayısıyla oda loştu. Bir elimde 7 saat önce doldurduğum kolam vardı(Sezen Aksu - Rakkas çalıyor -darbuka solosuyla gelen gergin kısımda). Bir elimde de ünlü bir yazarın öykülerinin toplandığı, okumuş olmayı çok istediğim ama okumayı hiç istemediğim bir kitap vardı. Sadece birkaç öyküyü okumuştum. Şimdi de aralardan güzel cümleleri seçip defalarca aynı cümleyi okuyordum. Bazı cümleleri çok güzel geliyordu ve neden güzel geldiklerini çözmeye çalışıyordum. Kucağımda da yakın zaman sonra gireceğim sınavı yüzünden her etkinliğe hayır dedirten dersin notları yatıyordu. 'Yarın sakin kafayla çalışırım.' diyerek uykuya dalmıştı notlar. Şimdi kimbilir hangi rüyanın kaçıncı sayfasındaydılar.

Yatağın ucundaki parmaklıktan trompetin bir kısmı görünüyordu. 'Dedim, o da güzeldi bir zamanlar' (Ümit Yaşar Oğuzcan - Ayten'in Sonu şiirinden). Sonra neden bıraktığımı düşündüm. Dedim, sıkıldım heralde. Sonra aslında trompet çalışırken hiç sıkılmadığımı hatırladım. Hevesimi mi almıştım acaba? Galiba biraz üşeniyordum, bir de öncelik onda değildi. Ben de bugünün işi olan trompeti yarına bırakmayıp, erteleyebildiğim kadar erteliyordum. Belki de en başından beri trompet çalan kişi olma sıfatını trompet çalma eyleminden daha çok seviyordum(Röyksopp - Remind Me başladı, hadi iyiyim yine). Trompetten yukarı kaldırdığımda kafamı askılıkta idam edilmiş kıyafetlerimi gördüm. Onları giyen kişi olduğum için çok mutluydum. Yine sorsalardı yine bu kıyafetleri seçerdim. (I didn't talk, I knew/ Until you ask what I was thinking). Tereddüt etmezdim. Zaten tam da yaşamak istediğim hayatı yaşıyordum.

Her konuştuğunda lise günlerimi tekrar tekrar anlatan sandal ağacını susturdum. O kadar sukûnet -'sukûnet' de 'sakin'den geliyor bu arada- yeterdi zaten. Sonra dedim bana ne kelimenin kökünden; olan olmuş; gövde almış başını gitmiş zaten, nerden geldiğini bilsen ne bilmesen ne. En iyisi çağrışımlarım arasındaki bağları sıkılaştırayım, dedim. Hatta uyuyayım dedim, uyuyunca geçer.

Josef K. düş görüyordu.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Ogion seher vakti, soğukta uyandığında Ged gitmişti.
...
ocağın taşları üzerine, Ogion okudukça silinen yaldızlı harflerle bir mesaj bırakmıştı: "Usta, ben avlanmaya gidiyorum."
                      Ursula K. Le Guin - Yerdeniz Büyücüsü (Sf. 133)